Ömür bilinmezlerle dolu bir zaman diliminden ibaretti. Onu gizemli yapan ise yarina dair kurulan hayallerden baskasi degildi. Hayaller, biz onlari sadece düslesek bile hic beklemedigimiz bir zamanda yapisirdi yakamiza ve tutsak ederdi bizleri kendisine. Kurtulmak icin ne kadar mücadele etsek de nafile, bunu basarmamiz hayallerimize kavusmamiz ile olurdu ancak. Hayalleri gercek eylemeye calismanin tadi, onlari kurmaktan daha zevkliydi süphesiz.
Insanoglu; genis topraklari, paha bicilmez hazineleri, tarifsiz mutluluklari elde edebilmek icin önce hayal kurardi. Sonra an gelir, bu defa hayaller cagirirdi onu. Önce tereddüt eder, ne yapacagini bilemez, heyecanlanirdi ama hayaller güzelse iste o zaman en gücsüz bedenler bile gözü kara bir savasciya dönerdi.
Hayallerin mayasinda vardi sevmek; hayati sevmek, mücadeleyi sevmek ve pes etmemek. Hayallere kavusmak icin yürünen yollar her daim düz ve sorunsuz degildi cünkü. Karsimiza cikardigi engelleri asmak icin kararli olmak gerekirdi. Baska türlü cok yasamaz, bir daha gelmemek icin sonsuzluga karisir
giderdi hayaller.
Piri Reisin hayali sadece denizlerdeydi, denizlerle dogmus gibi hissediyordu kendisini. Karaya her ayak basisinda kendisini bir tuhaf hissediyor ve üzerinde nice güzelliklerin bulundugu cennet diyarlara ait olmadigini düsünüyordu. Onun dünyasi binbir renkli kara parcasi degil, sadece maviliklerdi. Onun dünyasi, yelkenlerin cikardigi o hisirtili seslerde gizliydi. Denizleri kendisine diyar eyleyerek gezmis, yelkeninin rüzgarini tatmadigi mavilik neredeyse kalmamisti.